
“Naaazlllllııııııı!”
Acı bütün bedenimde hâkimiyet sağlamıştı. Kollarımı karnıma sımsıkı dolamıştım ve acıdan hareket edemiyordum. Sevdiğim kız sadece birkaç santim ötemde yarı baygın bir halde uzanıyordu, içim kan ağlıyordu ama acı ona ulaşmamı imkânsız kılıyordu.
Yeter, yardım etmeliyim, onun bana ihtiyacı var…
Gözlerimi zorlukla odaklayarak ihtiyara baktım. Yüzünden korkmuş bir ifade vardı. Gözleri şaşkınlıktan iri iri açılmıştı. Hareket etmeden bizi izliyordu. Daha doğrusu hareket edemiyor gibiydi. O da mı acı hissediyordu? Yoksa… Belki de bizim içinde artık çok geçti. Belki bu acının sebebi başarısızlığımızdı. Ve o bunu anlamıştı. Geçmişine dair anılar mıydı onu böyle hareketsiz kılan? Bilmiyordum… Aklımı… toplayamıyordum. Sadece acı vardı şimdi benim için.
Canım çok acıyor… dayanamıyorum… Kıvanç…
Nazlının sesiydi bu. Aklımın yeni bir oyunu muydu ya da? Kendi acımın yanında onun da acısını çekiyordum. Acının dalgalandığı bedenimi bir de kalbim yoruyordu. Her kalp atışımda acı pompalanıyordu damarlarımda. Benim ve Nazlının acısı…
Nazlı, dayan sevgilim… Sakın… sakın kendini bırakma, güçlü ol.
Ve kalbimin derinliklerine fısıldadığım son sözcüklerimin ardından kendimi kayalıklara bıraktım düşünmeden. Acının azaldığını anımsıyordum az çok. Ama gözlerim görmüyordu artık, kulaklarımsa sadece uğulduyordu. Ellerim hissizleşmişti. Ve bedenim özgür kalıyordu yavaş yavaş. Zihnim süzülürken derin sularda, bedenimi göklere açmıştım şimdi. Nazlı… ona ne olacaktı? Kendimi düşünmeyi uzun zaman önce bırakmıştım ama onu hep düşünecektim…
Zihnim çok daha derinlere süzülüyordu. Acım çekilirken bedenimden ağır ağır, bedenimin de gevşediğini hissettim. Bilincimi yavaş yavaş kaybedişimi hissettim. Ve her şeyin anlamsızlaşmasını ama yeni anlamlara da kavuşuşumu hissettim.
***
Gözlerimi sert bir zeminin üzerinde açtım. Tuzlu deniz kokusu vardı havada. Hala sahilde miydim? Derin bir nefes aldım yavaşça. Ciğerlerimin acıdığını hissettim. Hala hissediyordum, yaşıyordum. Kulaklarım uğuldamıyordu artık. Ya gözlerim? Açsam görebilecek miydim? Düşünmenin anlamsızlığını fark ettim. Yavaşça göz kapağımı araladım. Ay ve etrafındaki yıldızlar vardı bulutsuz gökyüzünde. Doğrulmaya çalışım ama hem hissettiğim acı hem de göğsüme konan bir el buna engel oldu.
“Hareket etme delikanlı.”
“Wlax?” Yaşlı adam yanımda diz çökmüş bir halde bana bakıyordu. Gözlerinde rahatlamış bir ifade gördüm.
“Benim evlat, bir şeyiniz yok, geçti.”
“Nazlı?” Şu an kendimden çok onu düşünüyordum. Dudaklarında kan gördüğümü hatırlıyordum.
Başıyla biraz daha ileriyi gösterdi. Kafamı yaşça çevirip soluma baktım. Nazlı… Açık kahve saçları dalgalar halinde yerdeydi. Gözleri hala kapalıydı. Yavaşça elimi uzatıp elini tuttum. Soğuktu.
“O iyi mi?” Konuşmakta hala zorlandığımı fark ettim.
“İyi olacak. Beni çok korkuttunuz.”
“Bize ne oldu? O kan neydi?”
“Sanırım artık bedenlerinizdeki ruh parçaları canlandı. Kıvılcımlar birbirini bulduklarında ve gerçekleri öğrendiklerinde ruh parçaları hayat bulur. Ve şu an muhtemelen özel güçleriniz var. Önceden de vardı, ama şuan tam çalışıyor olması gerekiyor. Ama bütün bildiklerimin sizi kapsadığından emin değilim. Hele de onu.” Başıyla tekrar Nazlı’yı işaret etmişti.
“Ne demek istiyorsun? Onu farklı yapan ne?”
“Ben de bilmiyorum. Ama onda hissettiğim her neyse, çok… güçlü…”
Diyecek hiç bir şey bulamıyordum. Artık güç kelimesi de bana çok farklı şeyleri anımsatıyordu.
“Ne hissediyorsun şu an?” Wlax’in pürüzlü sesiyle düşüncelerimden sıyrıldım ve bakışlarımı Nazlı’dan Wlax’e çevirdim.
“Ne demek ne hissediyorum?”
“Demek istediğim bir değişiklik hissediyor musun? Özel gücünü merak ediyorum da.”
“Hayır.” Şuan da ‘acaba uçabiliyor muyum?’ dan çok ‘ Nazlı iyi mi?’ sorusunun cevabını merak ediyordum.
Bir kez daha doğrulmayı denedim. Bu sefer acı yoktu. Beni durdurmaya çalışan bir el de. Kayalıklardan biraz uzakta beton bir yolda olduğumuzu fark ettim. Koşu yoluydu bu. İhtiyar biz bayılınca bizi buraya taşımış olmalıydı. Etrafıma biraz daha baktıktan sonra Nazlı’ya yöneldim. Kolları çarpık bir şekilde serbest bırakılmıştı. Yanına diz çöktüm.
“Nazlı? Kendine gel Nazlı…” Gözlerim dolmuştu bir anda. Çok garip şeyler hissediyordum. İhtiyarın tahmin ettiği gibi özel gücümle mi ilgili bir durumdu bu yoksa? Hayır… Bu sadece Nazlı ile ilgiliydi. Dudaklarındaki kan hâlâ duruyordu. “Nazlı lütfen… aç gözlerini yalvarırım…”
Kıvanç?
Beynimde yankılanan sesi ile kendimi daha fazla tutamadım. Gözyaşlarım yavaş yavaş süzülmeye başlamıştı yanaklarımdan.”Nazlı?”
Sonra kirpiklerinin hareket ettiğini fark ettim. Ardından yavaşça gözlerini açtı.
“Nazlı! İyi misin aşkım?”
“Ben… e-evet iyiyim. Başım dönüyor biraz. Neler oldu öyle? Acı, çok fazla acı vardı…”
“Bilmiyoruz bir tanem, evet ben de aynı acıyı hissettim.” Hatta daha fazlasını… “Biraz daha iyiysen kalk artık, üşütebilirsin.”
Yavaşça doğrulmaya çalıştı ama canı acımış olacaktı ki hızla kendini geri bıraktı. Zamanında uzanıp sarılmasam başını yere çarpacaktı.
“Tamam, sen kımıldama.” Nazlıyı kucağımda taşımaya karar verdim arabaya kadar. Ama önce ihtiyar işini halletmeliydim. Daha ona soracak çok sorum vardı. “Wlax… amca,”
“Bana sadece Wlax diyebilirsiniz.”
“Pekâlâ, Wlax, bu benim kartım,” cebimden bir kart çıkarıp verdim. ”Telefon numaram ve adresim üzerinde. Şimdi gitmemiz gerekiyor ama sizinle konuşmam gereken daha çok şey var.”
Kartı yavaşça elimden alıp kısa bir süre inceledikten sonra ceketinin cebine koydu.
“Tamam, evlat, sen onun dinlenmesini sağla, ben size mutlaka ulaşacağım.”
Başımla hafifçe onayladıktan sonra yere eğilip Nazlı’yı kucağıma aldım. Yavaş adımlarla arabama doğru giderken arkamda birçok soru işareti bırakmıştım. Ama cevaplarını almam çok da uzun sürmeyecekti.
***
Nazlı’yı yavaşça sağ koltuğa oturttuktan sonra direksiyona geçip arabayı çalıştırdım. Şimdi nereye gitmeliydim? En doğrusunun onu benim evime götürmek olduğuna karar verdikten sonra yola çıktım. Nazlı uyuyakalmıştı. Bebekler gibi uyuyordu. Masum ve saf…
***
Kapıyı yavaşça araladım. Arabadan inerken Nazlı uyanmıştı ama hala kendinde değil gibiydi. Kapıyı açtıktan sonra onu tekrar kucağıma alıp evin karanlık girişinde ilerlemeye başladım. Onu doğruca odama götür yatağa bıraktım. Üzerine de çarşafı örtükten sonra dolaptan kendim için bir yastık ve bir çarşaf da alarak odadan çıktım. Oturma odasının koltuğunda kendime bir yer yapıp mutfağa yöneldim. Dolaptan su şişesini çıkardım ve kendime bir bardak su koyup mutfak balkonuna çıktım. Gökyüzünde tek bir bulut yoktu. Gecenin karanlığına inat şehir ışıl ışıldı. Yollarda arabaların korna sesleri yankılanıyordu. Kimileri için hayat bu saatlerde başlıyordu, evet, ama kimilerine çekilme zamanıydı kabuklarına. Elimdeki bardaktan bir yudum aldım, şehrin dumanlı havasına karşı. Sonra aklıma bu akşam olanlar geldi. Wlax… düşününce o kadar da anlamsızdı ki. Yaşlı adamın biri çıkıyordu karşımıza. Bir efsane anlatıyor, ve bizim doğa üstü güçlerimizin olduğunu söylüyordu. Bir bedende birden fazla ruh… Bir çocuk masalına inanmamızı bekliyordu. Ve işte en tuhafı; biz de inanıyorduk. Anlattıklarını beynimiz reddediyordu ama kalbimiz dinliyordu dikkatle. Ne zamandan beri kalbim beynimden bu kadar farklı işliyordu? Ne zamandan beri bu kadar mantıksız şeylere inanıyordum? Acizlik? Bu bir acizlik miydi? İnanmaya ihtiyacımız vardı. Belki de sadece inanmak istiyorduk. Belki de içimizdeki bir şey bunu istiyordu…
Bir anda gözlerim karardı. Neler olduğunu bilmiyordum. Hiç bir şeyi göremiyordum. Hızla sol elimle balkon demirini tuttum. Bir anda dipsiz bir karanlığın ortasında kalmıştım. Sonra yavaş yavaş karanlığın derinliklerinden bir ışık parlamaya başladı. Beyaz bir ışık gitgide büyüyordu. Büyüdü, büyüdü… Sonra ışığın içinde birkaç insanın görüntüsü belirdi. Bir salonda oturuyorlardı. Bir konferans salonu gibiydi. Kimsenin yüzü görünmüyordu. Sadece siluetler vardı. Boyaları birbirine karışmış bir yağlı boya çalışması gibiydi görüntü. Paniklemiştim, elimdeki bardak aniden kaydı elimden. Kısa bir sessizliğin ardından boş sokakta bir camın parçalanma sesi yankılandı. Ve ardından kırılma sesini bir çığlık takip etti. Acı dolu, uzun bir çığlık. Tanıdık ama bir o kadar da yabancı bir çığlık…





