
“Ölüm yada güç… Peki Nazlı daha önce de bu tarz şeyler söylemiş miydi?” Karşılaştığımız durumun kesinlikle şizofreni olmadığına emindim. İlk dayanağım şizofrenlerin asla hastalıklarını kabul etmediği gerçeğiydi. Onlar kendilerine hayallerinden bir dünya kurar ardından bu dünyayı gerçek kabul ederlerdi. Kendi gerçekliklerinden başka her gerçeğe kulakları kapalı olurdu. Ama Nazlı durumun normal olmadığının, kendi ayağıyla bir psikologa gelecek kadar farkındaydı. İkincisi ise şizofrenler normal görünmezlerdi. Bakışları hep kaskatı, hareketleri yok denecek kadar az olurdu. Oysa Nazlı normal – aslında normalden kat kat daha iyi – görünüyordu. Hareketleri, duruşu, bakışı…
“ Evet, yani tam olarak değil belki ama yani demek istediğim ölümden söz etmemişti hiç. Ama güçten bahsediyor hep. Kaderine inan, görevini yap ve bana kulak ver gibi şeyler de söylüyor. Neyden bahsettiğini bilmiyorum. Kafam… çok karışık.” Açık kahve saçının bir tutamını nazikçe kulağının arkasına götürdüğünde, gözlerindeki çaresizliği gördüm.
“Çok ilginç,” diyecek hiçbir şey bulamıyordum. Durumun karışıklığı yetmezmiş gibi Nazlı karşımda kıyas kabul edilemez güzelliği ile bana bakarken kafamı toplamakta güçlük çekiyordum. Yavaşça ayağa kalktım ve masama yöneldim. “inan bana benim kafam da oldukça karışık.” diyebildim otururken.
“Yalnızken daha çok duyuyorum sesini. Çığlık atmak geliyor içimden, ama sesim çıkmıyor. Duvarlar kayboluyor bir anda ve kocaman bir karanlığın ortasında kalıveriyorum. Evimde de duramaz oldum bu yüzden. Her gece bir arkadaşımla dışarı çıkıyorum son zamanlarda ama o beni rüyamda bile buluyor.” Yavaş ve narin hareketlerle yattığı yerden doğrulup otururken hayretle onu izliyordum. Zarafet… sonra gözünü bana dikip, enerjisinin son kırıntılarını kullanıyormuş gibi tek solukta sormuştu sorusunu. “Bana yardım edebilir misin? ”
“Bir akşam yemeğine ne dersin!?” Ne demiştim ben? Bir anda ağzımdan kaçmıştı. Yani bunu deli gibi istiyordum ama söylememem gerekirdi.” Yani demek istediğim yalnız kalmaman için.” Gözleri şaşkınlıkla iri iri açıldığından hızla saçmalamaya başlamıştım.” Ya-yani doktor-hasta ilişkisi çerçevesinde… demek istediğim hasta olduğun değil ama… yani iyiliğin…”
“Bu bir çıkma teklifi miydi?” İri iri açılmış şaşkın gözleriyle bana bakmayı sürdürüyordu. Yüz hatları kusursuz bir şekilde anlamsızdı. Ne düşündüğünü anlayamıyordum. Ayağa kalkıp, söylenerek burayı terk etmesi an meselesi gibiydi. Sonra beni çok şaşırtacak bir şey yaptı. Gülümsüyordu… Belki de onunla tanıştığımızdan beri ilk defa ama bunu da mükemmel bir şekilde yapıyordu. Ben hayretle onu izlerken o konuşmasını sürdürdü.” Ne o surat öyle? Benim için bir sakıncası yok, gidebiliriz. Ama bu akşam başkasına sözüm var.” Artık resmen kıkırdıyordu. Nefes alıyor muydum? Bilmiyordum…
“Yani şimdi yemeğe… gidiyor muyuz?”
“Evet,” İpek saçlarını nazikçe arkaya attı.” Ama yarın akşam. Saat sekiz gibi benim için uygun. Telefonum var nasılsa. Telefonlaşırız.” Yine bir zarafet gösterisi gibi olduğu yerden kalktı ve bana biraz daha yaklaştı.
“ Ne oldu? Nereye?”
“Süremiz doldu. Bunu senin takip edip söylemen gerekmiyor muydu?” ellerini göğsünde birleştirmiş bana bakıyordu.
“Ah evet,” kızarmaya başladığımı hissediyordum.” Sanırım birini düşüyordum.”
Gülümsemesi bütün yüzüne yayıldı. “ Pekâlâ, yarın görüşmek üzere,” ellerini indirmiş, ardından sağ elini biraz kaldırıp yarım bir şekilde el sallayarak veda etmişti. Ben de ne yaptığımı bilmez bir şekilde karşılık verdikten sonra da arkasını dönüp açık kahve saçlarının dansı eşliğinde odadan çıkmıştı. Kafam karmakarışıktı. Sesi tamamen unutmuş, sadece Nazlıyı düşünüyordum. Bir süre boş boş kapanan kapıya baktıktan sonra içimde yepyeni bir korku dalgası hissettim. Yarın ne olacaktı? Bir kıza karşı böyle şeyler hissetmeyeli, birlikte bir şeyler yapmayalı çok uzun zaman oluyordu. Ya yanlış bir şey yapıp, başlamadan bitirirsem her şeyi? Bir şeyler yapmalıydım. Sonra aklıma gelen şeye ben bile şaşırdım. Tabi ya! Bana yardım edebilecek bir kişi tanıyordum.
Telefonu mu çıkarıp listeden ismi buldum. Arama tuşuna basıp telefonu kulağıma götürdüğümde içimdeki korku dalgasının yerini çoktan heyecan almıştı.
Biip… Biip… Biip… Bi-
“Ooo Kıvanç, ne haber kanka yaa!” Sesinde şaşkınlık ve heyecanın yanında çözemediğim başka bir şey daha vardı.
“İyiyim Cem sen nasılsın?” Ben de heyecanlıydım ama ses tonumu sakin tutabilmeyi psikologluğa başlarken öğrenmiştim.
“Bomba gibi! Şaşırdım yalnız… ne oldu da aradınız beyefendi. Siz bu numarayı bilir miydiniz?”
“Evet, tabi… Ben… Bir durum var ve senin ilgi alanına giriyor.” Cem in kızlarla arası hep iyi olmuştu. Cem üniversitede arkadaş grubumuzun en çılgın karakteriydi. Kafasına eseni yapan hızlı çapkındı o. Çıkmadığı kız kalmamıştı üniversitede. Ama zaman geçiyor, olgunlaşıyorduk. Onunda artık durulduğunu umuyordum.
“Kızlar mı? Parti mi?” Ardından bir kahkaha koparmıştı. Ve anlaşılan durulmamıştı.
“Pekâlâ, kızlar…” ona Nazlı’dan bahsetmeli miydim hala bilmiyordum. Ama telefonu açtığıma göre geri dönüşü yoktu.
“Ne oldu, ev işlerini yaptıracak birine mi ihtiyacın var?” Sesinde belirgin bir ima vardı. Ama sözlerine devam ederken sesine kayıtsız bir ton katmıştı.”Ya da –pek ihtimal vermiyorum ama – birinden falan mı hoşlanıyorsun.”
“Ne demek pek ihtimal vermiyorum! Evet, biri var! Yani… anlatırım sonra, seninle konuşmam gerekiyor.” Birden gaza gelmiştim.”Belki bana ne yapmam gerektiği konusunda biraz yardım edersin.”Sonlara doğru sesim duyulamayacak kadar kısılmıştı.
“Evvet, kanka doğru adrestesin! Şuan işlerim var,” anlarsın ya der gibi bir sesi vardı.” ama yarın konuşabiliriz. Ben iş çıkışı gelir seni alırım, beraber bir yerlere gider konuşuruz.”
“Tamam tamam ben fazla uzatmayayım o zaman. Yarın görüşürüz hadi kendine iyi bak.” Ondan da bir ‘bayyy’ sesi geldikten sonra telefonu kapatıp derin bir nefes aldım. Yarın yorucu bir gün olacaktı.
***
Eve giderken de aklımda hep Nazlı vardı. Nasıl olmuştu da bu kadar kısa bir sürede ona şuursuz bir şekilde bağlanmıştım? Bilmiyordum… Ama saçları, gözleri biran bile gözümün önünden ayrılmıyordu. Sonra kollarımın arasındayken ki anı düşündüm. Kokusunu hala hissediyordum. Tam hayallerimin en yoğun olduğu bir zamanda ani bir korna sesi ile irkildim. Karşımdan bir araba hızla bana doğru geliyordu. Ani bir hareketle direksiyonu sağa kırdım ve frene asıldım. Kazadan kıl payı kurtulmuştum. Birkaç derin nefes daha aldım, ve eve gidene kadar Nazlıyı aklımdan uzaklaştırmaya uğraştım.
Anahtarı çelik kapının kilidine yerleştirip açtım. Kapıyı araladım ama içeri girmedim. Kapanın girişinde öylece dikilip boş, kocaman evi inceledim. Ailemin yokluğunda bu koca ev benim için bir evden, anlamsız boş bir yere dönüşmüştü. Beni buraya bağlayan hiç bir şey yok gibi, buraya artık evim demekte güçlük çekiyordum. İçeri adımımı atıp kapıyı kapattım. Işıkları açarak odama doğru yürüdüm. Yürürken de nasıl olup da bu kadar yalnız kaldığımı düşünüyordum. Annemi ve babamı bir kaza da kaybetmiştim. Aslında pek kaza da denemezdi. Annem ve babam her zaman öğleden sonraları sahile yürüyüşe çıkarlardı. Bir sahil kentinde olmanın faydaları… O gün de yürüyüşten geliyorlarmış. Yollarının üzerindeki bir inşaatta eksik çakılan birkaç tahta yüzünden bina yıkılmıştı. Ve bu ihmal, o sırada hemen yanındaki kaldırımda yürüyen ailemin hayatına mal olmuştu.
Odamda ki büyük boy aynamın önüne dikilip kendimi baştan aşağı süzdüm. Acı anılarım yüzünden yine ağlayıvermiştim anlaşılan. Elimi gözüme götürüp bir damla göz yaşının sildim. Ardından diğer elimle kravatımı çözdüm. Canım yemek yemek istemiyordu. Bir an önce kendimi yatağa atmak ve yarına kucak açmak istiyordum.
***
Kocaman karanlık bir boşlukta süzülüyordum. Ne bir ses, ne bir görüntü, hiç bir şey yoktu. Neresiydi burası? Rüya mı görüyordum? Hayır, rüyalar bu kadar canlı ve gerçekçi olmazdı. Peki, bu nasıl oluyordu da ayaklarım yere değmeden, öylece boşlukta süzülüyordum. Ben ne olduğunu bulmaya çalışırken, derin kuvvetli bir ses yankılandı boşlukta. Nerden geldiğini bilmiyordum. Etrafımda bir yerden mi, yoksa içimde bir yerden mi geliyordu bilmiyordum. Yalnızca duyuyordum. Aslında duymak değil de hissetmek gibiydi. Derinlerden yükselen önlenemez bir güç gibi…
“Zaman daralıyor… Efsane kendini var kılacak… Kıvılcımların seçim şansı yok… Sen insanoğlu, içindeki sese kulak ver… Kaderin sana sonsuz güç vaat ediyor…”
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder