
“ Bu sizin kaderinizde var. Siz bu kaderle doğdunuz.”
“Siz de kimsiniz? Neden bahsediyorsunuz?” Nazlının sesi biraz hırçın, biraz da utangaçtı. Az önce tanımadığımız bir adam tarafından sarmaş dolaş yakalanmıştık, doğaldı.
“Benim kim olduğumdan çok sizin öğrenmeniz gereken şey… sizin kim olduğunuz.”
“Ne demek istediğinizi anlamıyorum” tuhaf bir şekilde gerildiğimi fark ettim. Fark ettiğim diğer bir şeyse istemsiz olarak Nazlı’yı arkama doğru çekmiş ve kendimi Nazlı ve yaşlı adamın arasına almış olmamdı.
“Anlayacaksınız, size anlatmak görevim…”
Nazlı bana garip bir bakış attı. Korkmuş gibiydi. Ben ise daha çok adımın kafayı bulmuş bir deli olduğunu düşünüyordum.
“Gelin çocuklar şuraya” Yaşlı adam sahildeki kayalıkları gösteriyordu.” Oturalım, sizi anlatacak çok şeyim var.”
İçimde yeni bir hissin daha dalgalandığını hissettim. Merak… Garip bir şekilde bu adamın vereceği cevapların beni ilgilendirdiğine inanıyordum. Acaba sesin ne olduğu konusunda bir şey biliyor muydu?
“Bakmayın öyle, gelin hadi. Ben yaşlı bir adamım burada hastalanmamı istemezsiniz değil mi?”
Nazlı koluma girmişti, o da benim gibi hissediyor muydu? Yavaş adımlar la yaşlı adama doğru yaklaştık, kayalıkların üstüne çıkıp adama çok yaklaşmadan oturduk.
“Bizden ne istiyorsunuz?” Nazlı’nın sesinde artık merak vardı.
“Son zamanlarda garip olaylar yaşadınız mı?”
“Olmayan sesler duymak gibi mi?” Nazlı bunu heyecanla ağzından kaçırmış ardından da gözümün içine bakmıştı.
“Yüce drassian aşkına…” Ellerini yavaşça havaya kaldırıp anlayamadığımız garip sözcükler fısıldamaya başladı.
“Neler oluyor? Drassian ne demek? Ses sizin için bir şey ifade ediyor mu?”derken gözümü yaşlı adamın gözlerine dikmiştim.
“Hayatımı buna adadım ben evlat.”
“Peki, sen kimsin, adın ne?”
“Benim adım Wlax, ben de gençliğim de çok garip olaylar yaşadım, yaklaşık yüz elli yıl önce…” Sözünü bitirdikten sonra bize çekingen bakışlarla bakmaya başladı.
“ Bir dakika, yüz elli mi?” Nazlı’nın sesi bir an da yükselmişti.
“Siz kaç yaşındasınız?” diyebildim.
“Yüz yetmiş… beş…” Sesi kısılmaya başlamıştı. O da söylediğinin ne kadar çılgınca bir şey olduğunun farkındaydı. Yüz yetmiş beş…
“Nasıl? İmkânsız…” Nazlı kaskatı kesilmişti. Tek tek ve güçlükle konuşuyordu. Yavaşça uzanıp elini tuttum. Sakinleşmesini istiyordum.
“Sakin olun çocuklar, anlatacağım.” O da tepkimizden rahatsız olmuş gibiydi.” Nereden başlayacağıma karar veremiyorum. İlk defa kıvılcımlara durumu açıklıyorum.”
“Kıvılcım?”
“Kıvılcım… Tamam, sanırım önce efsaneyle başlamam daha doğru olacak. Bir roma efsanesinde Flodroya diye bir yaratıktan bahsedilir. Kudretli ve güçlü olduğundan... Aslında elimde efsanenin orijinal metninden küçük bir parça var. Tam olarak şöyle diyor:’… devlerin savaşı, son mücadeleydi…. Flodroya uğrunda hiçliği göze alarak, inandıklarıyla… Ateşin kudreti bile yetmezken kurtuluşuna, kıvılcımlar onu sonsuz kıldı… Sessizce beklerken…’ efsane bir kağıt üzerine yazılmış ama kağıt sanırım yakılmaya çalışılmış. Çünkü elimdeki parçanın kenarları yanık izleri taşıyor. Ama efsanenin bu kadarı bile yeteri kadar ipucu taşıyor. Flodroya, çocuklar, efsanevi, ölümsüz bir varlıktır. Bizim zamanımızın en büyük inanışlarından -ki sizin zamanınızda bilinmiyor- birinde tanrı Drassian’ın iki savaşçısından bahsedilir. Flodroya ve Gladrian… Birbiri ile sonsuz bir mücadele içinde olan ölümsüz iki varlık. Ve savaşları bir gün son bulmuş, ya da uzun bir süreliğine durmuş demek daha doğru olur. Çünkü Gladrian Flodroyayı yenmiş. Ama Flodroya yok olamayacak kadar güçlü bir varlıkmış. Ve o da bedenini bırakmış ve başka bir beden aramaya başlamış. Aradığı beden Gladrian’ın onu bulamayacağı, ama Flodroyanın ruhunu taşıyabilecek kadar güçlü olmalıymış. Aramış aramasına ama bulamıyormuş. Zamanı da azmış; ölümsüz de olsa bir ruh bir bedenden uzun süre ayrı kalırsa beden ölürmüş. Bu yüzden o bir değil, birden fazla bedene sığınmış. Ruhu parçalanmış ve her parçası daha güçsüz bir hal almış. Yıllarca o insanların bedenlerinde yaşamış. Ama geri dönüp Gladrian’la savaşması gerektiğini de biliyormuş. Ruhunu bir araya getirmeli ve eski ölümsüz gücüne kavuşmalıymış. Bu arada bedenlerinde bir ölümsüzün ruhunu taşıyan insanların ruhları da ölümsüzlükten etkilenmiş ve değişik güçler kazanmış.
“Hala kıvılcımın ne olduğunu açıklamadın” Nazlı’nın, yaşlının bu anlattıklarını mantıklı karşılıyormuş gibi bir ses tonu vardı.
“Kıvılcımlar Flodroya’nın ruhuna ev sahipliği yapan insanlardır. Flodroya sonsuz ateş anlamına gelir. Ateşin parçaları da kıvılcımlardır. Hem efsane böyle der, kıvılcımlar onu sonsuz kıldı. Yok, edilmek üzereyken kurtuluş onun için kıvılcımlardı.”
“Peki, bunun bizimle ne alakası var?” Bu sefer soru benden gelmişti.
“Çünkü sizde birer kıvılcımsınız.”
“Bunu nerden çıkardın? Sen nerden biliyorsun?”
“Biliyorum, çünkü bir zamanlar ben de kıvılcımdım. Kıvılcımlar her zaman birbirlerini hisseder.”
“Nasıl bir zamanlar?”
“Bir zamanlar… Çünkü uzun süre önce Flodroya’nın ruhu bedenimden ayrıldı. Bizim inanışımıza göre bir insanın ruhu yirmi beş yaşında tam olgunluğa ulaşır. Ve Flodroya olgun bir ruha sahip bedende kalamazdı. Bu yüzden yirmi beş yaşına gelene kadar kıvılcımların Flodroyayı canlandırması gerekir. Eğer bunu başaramazlarsa Flodroyanın ruhu insanın bedenini onarılamaz bir hasara uğratarak serbest kalır, ama diğer parçalarla bu şekilde buluşamayacağı için, yeni doğan başka bir kıvılcım bulur kendine.”
“Onarılamaz bir hasar derken tam olarak ne kastediyorsunuz?” daha soruyu sorar sormaz, sormamalıydım, dedim içimden.
“Ölüm…”
Nazlının hızla nefesini tuttuğunu duydum. ‘Ölüm ya da güç, karar senin… İşte şimdi her şey anlamlı bir hal alıyordu. Eğer Flodroyayı canlandıramazsak ölümün bizi bulacağını söylüyordu ses.
“Peki, başarırsak, nasıl bir güç bizi bekleyecek?”
Soruma hazırlıksız yakalanmıştı. Elbette başaramazsak öleceksek, başarırsak da vaat edilen güce sahip olmalıydık.
“Bunu ben de bilmiyorum.” Gözleri donuklaşmıştı. Belki de anıları su yüzüne çıkıyordu birer birer. Sonra birden aklımda yepyeni bir soru işareti belirdi.
“İyi ama flodroyanın ruhunu artık taşımadığını söyledin, peki neden hala ölmedin ve bu kadar nasıl yaşadın.”
Soruma karşılık olarak gülümsedi önce. Sonra cevap verirken sesinde hafif bir eğlenme ve gurur var gibiydi.
“Dedim ya, ölümsüz ruh kıvılcımların ruhunu etkiler ve değişik yetenekler bahşeder. Benim gücüm iyileşmeydi.Ve bu beraberinde uzun bir ömür de getirdi, ama ölümsüz değilim. Her türlü yaradan, zarardan kolayca kurtuluyorum. Ve ruhu bedenimden ayrılırken çok acı çektim, evet, ama kendimi kısa sürede toplayıp hayatta kalmayı başardım. Ama diğer arkadaşlarımın ölümüne engel olamadım. Hepsi gözlerimin önünde parçalandı ve alev aldı birer birer. Ardından bunun bir daha yaşanmaması için uğraşmaya karar verdim. Yeni yeni masum insanlar ölememeliydi. Ben de yıllarca dolaştım. Kıvılcımları yakın mesafede hissedebiliyordum. Üstelik yeni bir kıvılcım belirlendiğin de de bunu şiddetli bir şekilde hissedebiliyordum. Ben de yeni seçilen kıvılcımları bulup, onlara yol göstererek Flodroyayı bir an önce diriltmeye uğraştım. Birkaç kıvılcımı bulmaya başardıysam da, ya diğerlerini bulamadık, ya da bulduklarım için artık çok geçti. Ama bugün burası ile ilgili içimde garip bir his vardı. Normalde hissettiğimden çok daha güçlü bir kıvılcım hissi…”
Nazlı ile kısa bir an göz göze geldik. Olanlara inanmakta güçlük çekiyordum. Az önce bir ihtiyarla tanışmıştım, içimde bir ruhu daha taşıdığımı iddia ediyordu, üstelik süper güçlerimin falan da olduğunu söylüyordu.
Uzun bir süre bir şey söylemeyince biz, yaşlı adam araya girdi.
“Peki, şimdi ne düşünüyorsunuz? Çocuklar iş işten geçmeden bana inanmalısınız.”
“Bütün bunları aklım almıyor,” derken Nazlının sesi kesik kesikti, ardından ufak bir çığlık koyuverdi. “Ahhh, anlamıyorum! Çok anlamsız bütün bunlar!”
“Kaderinize kulak verin, benliğinize ve sahip olduklarınıza inanın. Gerçek güç aslında hep sizinleydi. Size görevinizi yapmanız zorunlu kılındı.”
Sesi ben de duymuştum. Ve ses de ihtiyara inanmamız gerektiğini söylüyor gibiydi. Ilık bir esinti aramızdaki boşluğu doldurdu. Ilıktı ama tüylerimin ürperdiğini hissetmiştim. Daha dün sabah hayat benim için çok daha kolaydı. Şimdi ise kaderimin bana oynadığı oyunlarla boğuşuyordum. Flodroya… Kısa ama anlamı bizim için derin olan bu kelime aramızdaki boşlukta asılıydı. Bize verilen seçenekler bu kader oyununu daha karışık hale getiriyordu. Kim güce karşılık ölümü seçmek isterdi ki? Ama bizim durumumuzda her şey çok farklıydı. Bu denli farklı, büyülü bir dünya bizim için ne anlam ifade ediyordu? Bu gücün bize getirecekleri yanında götürecekleri nelerdi? Ya başaramayacak olursak, o zaman ölümün bizi nasıl bulacağını düşünmek, zamanı bizim için daha çekilmez bir hale getirmeyecek miydi? Peki ya seçme şansımız? Bize neden sorulmamıştı bunu isteyip istemediğimiz? Kaderimizin bize yüklediği bu sorumlulukları taşıyabileceğimizi kim biliyordu? Cevaplarını bilmenin imkânsız olduğu sorular…
Kocaman bir beyin fırtınasının ortasında ani bir sızı içimde hayat buldu. Sonra sızı büyüdü büyüdü ve bütün bedenimde tarifi imkânsız bir acıya sebep oldu. Birden bedenim kaskatı kesildi ve sımsıkı bastırdığım dudaklarımın arasından kırık bir tıslama sesi çıktığının farkına vardım. Neyin nesiydi bu acı? Sonra hissettiğim acıdan çok daha fazlasını hissetmeme sebep olan manzara bütün beynimi kapladı. Nazlı birden kayalıkların üzerine yığılmıştı. Gözleri acıyla sımsıkı bastırılmıştı. Ve dudaklarında ince kırmızı bir çizgi vardı.
Kan…