23 Haziran 2010 Çarşamba

Bölüm 5



“Şimdi olmaz, bu gece olmaz… BENİ RAHAT BIRAKK!!!”

“Nazlı!” Hızla yere çöküp başını avuçlarımın arasına aldım. “Sakin ol Nazlı, lütfen bana bak ve sakin ol…”

“Canım çok yanıyor! Ne istiyorsan yaparım yeter ki… yeter ki beni rahat bırak.”

“Nazlı kendine gel! Bana bak! Geçti…” Geçtiğini biliyordum, çünkü ben de duymuştum.

“Öhöö öhö öhö…” Öksürüyordu, derinden ve ıslak...

“NAZLI! Kalk ayağa! Gidiyoruz, hemen! Bir dokto-…

Başını hafifçe kaldırıp bana yorgun bir bakış attı.

“İyiyim, sen de sakin ol…” Gülümsemeye çalışmıştı, ama şu anda perişanlıktan başka bir şey belli olmuyordu yüzünden.”Gerçekten iyiyim, gecemizi mahvetmesine izin veremeyiz.”

“Emin misin?”

“Kesinlikle…”

Kolumdan destek alarak ayağa kalktı. Bozuk bir gülümsemeyle elimi tuttu ve gözlerimin içine baktı. Ben ise hala onun iyi olup olmadığını ve şimdi ne yapmamız gerektiğini anlamaya çalışıyordum. O içeri doğdu yönelse de ben olduğum yerden hareket edebilecek gibi görünmüyordum. Çünkü… çünkü o sesi ben de duymuştum. Gece rüyamda da duymuştum, evet, ama uyanıkken duymak bambaşka bir şeydi. Bedenin tamamen kontrolünden çıkıyordu. Aklın düşünmeyi bırakıyordu. Sadece hissedebiliyordun.

“Kıvanç…” Dönüp bana baktı. “ Hadi gel, geçti, bak ben iyiyim…” Sesi benim de duyduğumdan haberi yok muydu? Böyle söylediğine göre cevap hayırdı. Önce ‘yalnız sen değilsin’ diyecek oldum, ama daha sonra onun yeterince sorunu olduğu aklıma geldi. Bir de beni düşünmemeliydi. Hem onun da dediği gibi gecemizin mahvolmasına izin vermemeliydik.

“ Tamam tamam, hadi.” Gülümsemeye çalışarak yanına gittim. Saçını düzeltmeye çalışıyor, bir yandan da kıyafetini çekiştiriyordu. “ Hala çok güzelsin.”

Kafasını kaldırıp gülümsedi, hem de tam olarak, gerçek bir gülümsemeydi bu. Hızlı adımlara içeriye, önceden ayırttığım masaya oturduk. Restoran denizin çok yakınında, bir sahil restoranıydı. Bizim yerimizde hemen cam kenarı ve deniz manzaralı bir yerdi. Garson yanımıza geldi, biz de siparişleri verdikten sonra geri gitti. Yalnız kalmıştık nihayet.

“İyi olduğuna emin misin Nazlı?” gözleri donuk bakıyordu. Ama yüzünde çarpık bir gülümseme vardı. Soruma karşılık olarak kafasını kaldırıp, gülümsemesini artırarak cevap verdi.

“Senin yanında çok daha iyiyim.” Doğrudan gözlerimin içine bakıyordu.

“Ben… ben de senin yanında daha iyiyim.” İçimde yine yabancı bir hissin dalgalandığını hissettim. Yine bedenim kontrolümden çıkmış gibiydi. Ama bu seferki Ses’i duyarken ki gibi değil, çok daha yumuşak ve çok daha samimiydi. Sonra Nazlı’nın sesini duydum ama sessin yönünü anlayamıyordum. Nazlı karşımda oturuyordu ve ona bakıyordum, ama sesi her yerdeydi. “Elimi tut! Hadii…” heyecandan hızla nefesimi tuttum.

“Bir şey mi oldu kıvanç?” Her şeyden habersiz, gözlerinde soru işaretleriyle bana bakıyordu.

“Hayır! Yani yok bir şey…” Sesim heyecandan fazla yüksek çıkmıştı. Az önce ne olmuştu? Aslında bu o kadar da garip bir durum değildi. İnsan beyni bir sesi öğrendikten sonra, kafasında o ses her hangi bir şey söylüyormuş gibi bir düşünce olabilirdi. Bir tür yanılsamaydı. Bu yüzden fazla üzerinde durmadım. Sonra duyduklarım aklıma geldi. ‘Elimi tut…’ ne bekliyordum ki? Elimi yavaşça ileri doğdu uzattım. Bir an için heyecandan ürperdiğimi hissettim. Ama yavaş yavaş elimi uzatmaya devam ettim. En sonunda elim onu kinin hemen yanına geldiğinde yavaşça eline dokundum. Başını kaldırmadı. Başı hafif öne eğilmiş, dışarıdaki deniz manzarasını izliyor gibiydi. Sonra elini tuttum. O esnada kafasını kaldırıp, bana ürkekçe bir bakış attı. Utanmıştı, ben de öle. “İyi ki varsın” diyebildim.

“Sen de Kıvanç…”

“Ehem ehem! Siparişleriniz efendim…” Garsonun yalancı öksürüşüyle hızla ellerimizi gerçi çekip sırıtmaya başladık. Ardından yemeğimizi yerken birbirimize sorular sorduk. Reklam ajansında çalıştığını öğrendim. Varlıklı bir ailesi varmış ve başka bir şehirde yaşıyormuş. İki senedir sesi duyuyormuş.

Yemeklerimizi bitirdiğimizde saat on biri geçiyordu.

“Nazlı, sahilde biraz yürüyüş yapalım mı?”

“Olur, benim için bir sakıncası yok.”

Hesabı ödedikten sonra çıkışa doğru yöneldik. Nazlı hemen yanımdaydı. Yavaşça elini tuttum ve el ele sahile doğru yürüdük.

“Ne kadar güzel bir gece değil mi?”

“Senin kadar güzel değil, Nazlı.”

“İltifatın için teşekkürler.” Hafifçe kıkırdadı.

Kolundan tutup nazikçe kendime doğru çevirdim.

“İltifat falan değil, gerçekleri söylüyorum”

“Pekâlâ, öyle olsun Kıvanç Bey.” Şimdi iyiden iyiye gülüyordu. Sonra nefesini hissettiğimde bir şeyin farkına vardım. Birbirimize çok yakındık! Gözleri gözlerimin dibindeydi. Sıcak nefesi ve sahilin dingin rüzgârının dans ettirdiği saçları tenimi okşuyordu. Gözlerim ondan başkasını görmüyordu. Her tarafta o vardı. Sonra o daha da yaklaştı, yaklaştı… Dudağı dudağıma değdiğinde bir anda ürperdim. Ama çok kısa bir zamanda ürperti yerini mutluluğa ve zevke bıraktı. Yavaşça belini kavradım. Onun da kollarını boynuma doladığını hissettim, ya da hissetmedim, bilmiyordum. Varlığıma dair hiçbir şey yoktu. Duymuyor, görmüyor ve bilmiyordum… Sadece vardım, şuan da burada Nazlının kollarının arasındaydım. Zamanın da bir önemi yoktu, usulca geçiyordu yanımızdan, fark ettirmeden. Kayboluşu yaşıyordum başka bir bedende…

“Hah…” Hızla nefes alıp veriyorduk. Soluk soluğa kalmıştık.

“Ben… Nazlı şimdi biz… Ben anlamı-…”

“Evet…” Kollarını hala indirmemişti. Ben de… “ Üstün zeka her zaman kullanılamıyor demek ki.” Kahkahalarla gülüyordu.

“Üstün zekâ nereden çıktı şimdi.”

“Lisedeyken matematik olimpiyatlarında derece yaptığını söylemiştin. “

“Ah peki…”

“Kızardın,” yeniden kıkırdamaya başlamıştı.” Ama böyle de çok tatlısın aşkım.”

“Aşkım…” Bunu duymayalı çok uzun zaman olmuştu. İçimde bir mutluluk dalgasının daha yükseldiğini hissetim. Sonra kollarımı beline sıkıca dolayıp sarılarak kulağına fısıldadım.”İyi ki varsın, iyi ki beni buldun.”

“Benim yaptığım bir şey yok aşkım, bu kaderimizde vardı.”

“Evet, çok doğru!” Bu sesle birlikte hızla Nazlıyı bırakıp etrafa göz gezdirdim. Yaşlı bir adam tökezleyerek ama hızlı adımlarla bize doğru geliyordu. “ Bu sizin kaderinizde var. Siz bu kaderle doğdunuz.”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder