23 Haziran 2010 Çarşamba

Bölüm 4



(Nazlı)

Sabahın ilk ışıkları perdelerin arasından odama süzülmeye ve tenimde gezinmeye başladığında anlamıştım uyanma zamanının geldiğini. Gözlerimi açıp derin bir nefes aldım. Dün gece yine korkunç geçmişti. Yine aynı sesi duymuş ve her tarafta ateşi görmüştüm rüyamda. Evet, gördüklerim korkunç olsalar da kâbus demekte zorlanıyordum. Kabus gördüğümde çığlık atarak uyanırdım ya da başka tepkiler verirdim ama ses beni bulduğunda sadece korkuyordum. Aniden yerimden sıçradığım, uyandığım olmamıştı hiç. Hele de son 2 yılımı bu sesle geçirmiş olmama rağmen.

Yaşadığım korkunç gecelere rağmen sabahları dinç olurdum. İçimdeki garip bir coşku sabahları güzel kılardı bana. Hızlı adımlarla mutfağa doğru giderken de sabahın güzelliğini düşünmekten alamıyordum kendimi. Ve tabi Kıvanç’ı… Onu daha ilk gördüğüm anda, o kapıdan içeri ilk adım attığımda anlamıştım onun benim için farklı olacağını. Hani bir beyaz atlı prens konusu vardır ya. Her kızın hayallerini süsler. Her kız bilir onun bir gün gelip kendisini bulacağını. Ve ölene kadar mutlu mesut yaşayacağına inanır. Ben de’ işte’ dedim o gün. ‘Benim beyaz atlı prensim. Siyah dağınık saçlarının altındaki deniz mavisi gözleriyle bana bakıyor.’Buğday tenli, uzun, yapalı vücudu ve bana bakışlarıyla bambaşkaydı o. Ve o beni yemeğe davet etmişti. Oda benden hoşlanmıştı yani.

Kahvaltımı ettikten sonra, mutfağı toplayıp dışarı çıktım. Bugün işe gitmeyecektim. Arkadaşlarıma haber vermiştim, onlar da bir sakıncası olmayacağını söylemişlerdi. Bu gece benim için çok özel olacaktı. Bu yüzden arabama binip, kontağı çevirdikten sonra yönümü alışveriş merkezlerinin çevirdim.

Saat çabucak altı oluvermişti. Saç, kıyafet derken zamanın nasıl geçtiğini anlamamıştım. Ama bir önemi yoktu, bu akşam mükemmel olmalıydım…

***

(Kıvanç)

“İşte böyle Cem… Güzelliğini ifade edecek kelimeleri bulmakta zorlanıyorum.”

“Abicim sen aşık olmuşsun yaa…” Yok artık der gibiydi. Onun tek gecelik aşk felsefesine zıt düşen bir durumdu bu ve o bunun nasıl bir duygu olduğunu anlayamıyordu.

“Günaydın Cem!” Normalde sabırlı biriyimdir. Sükûnetimi - belki de işim gereği- uzun süre koruyabilirdim. Ama karşımdaki cem olduğunda bunu başaramıyordum.

“Sakin ol dostum. Sen bilirsin. Ben karışmıyorum, ben sana aşk maşk hikâye diyorum ve uzak durmanı öneririm ama sen dinlemezsen sen bilirsin.” Başını bir acı sondan bahseder gibi iki yana sallıyordu.

“Pekala pekala, hadi kalkalım artık.”

Cemle bir kafede oturup konuşmuştuk. Daha doğrusu ben konuşmuştum, o da dinliyormuş gibi yapıp karşı masada ki kızları kesmişti. Fark etmediğimi düşünmüştü, zaten bende bozuntuya vermeden anlatmaya devam etmiştim. Ona uzun uzun Nazlı’yı anlatmıştım. Ona nasıl âşık olduğumu… O ise ilgisiz bir şekilde gözlerime bak aşkın gereksizliğini savunmuştu. Ben ondan yardım alabileceğimi nasıl düşünmüştüm?

Arabaya bindiğimizde saate bakmayı yeni akıl edebilmiştim.

“Cem! Saat yedi olmuş! Yarım saat sonra Nazlıyı evinden almam gerekiyor benim! Acele et! Beni evime bırakıver…” Ben paniklemiş, oturduğum yerde sağa sola dönerek konuşuyordum. O ise sakin bir şekilde cevapladı.

“Rahat ol kanka birkaç dakika içinde bu bebek uçurur bizi senin eve.” Hakkı vardı. Şuan kırmızı bir Ferrari California’nın içindeydik.

Eve vardığımda yirmi dakikam vardı. Cem beni bırakıp evine gitmişti. Ben de hızla odama gidip hazırlanmaya başladım. Taşlanmış soluk lacivert kotumu, üstüne lacivert t-shirtümü giyip, elime de beyaz ceketimi alıp banyoya koştum. Aynanın karşısında ceketimi giyerken bir yandan da saçımı nasıl yapmam gerektiğini düşünüyordum. Ceketimi giyip yakasını da düzelttikten sonra elime biraz jöle aldım. Normalde jöle kullanan biri değildim pek. Ama bu da normal bir gece sayılmazdı. Hızla saçıma şekil vermeye çalıştım. Ön kısımları kaldırıp, arka taraflara doğru eğim verdim. Sonra saate bir kez daha bakıp on dakikamın kaldığını gördüğümde saçımla uğraşmayı bıraktım ve ellerimi yıkadım.

Evden çıkarken hiç bir şeyin farkında değildim. Ayaklarım yere değmiyor gibiydi. Ne zamanın, ne mekanın, nede başka şeylerin farkındaydım. Sadece koşuyordum. Arabama atlayım kontağı çevirdim. Çıkışta Cem’in beni alacağını bildiğim için bugün arabamı evde bırakmıştım. Gaza bastığım da göstergelerin yanındaki saatten beş dakikamın kaldığını gördüm. Nazlının evinin önüne tam zamanında vardım. Kornaya basıp beklemeye devam ettim. Binanın kapısının açılması ile karşılaştığım manzarayla donakaldım. Dar ve vücudunu sıkıca saran, siyah saten, eteği ayaklarına kadar inen elbisesinin içinde buraya ait değilmiş gibi duran bir beden… Melek gibi… Bütün zarafetiyle yaklaşıyordu. Hemen arabadan çıkıp diğer tarafa koşup, arabanın sağ ön koltuğunun kapısını açtım. Zarif adımlarla yanıma geldi, ama binmedi arabaya. Tam önümde durup gözlerimin içine baktı.

“Merhaba, çok şık görünüyorsun.” Bana gülümseyen bir melek…

“Senin yanında sönük kaldım.” Sol elimi uzatım elini tuttum, bu elini ilk tutuşumdu. Oturmasına yardım ettikten sonra kapısını kapatıp hızla sürücü koltuğuna geçtim. Gaza basıp yola çıktık.

“Nereye gidiyoruz?” Sesi bir melodi gibi ruhuma işliyordu.

“Bildiğim çok güzel bir balık restoranı var, nezih bir yerdir.”

“Güzel, balık yemeyi severim.”

“Ben de.”

Heyecandan konuşacak bir şey bulamıyordum. Restorana kadar başka bir şey konuşmadık. Arabayı restoranın önünde durdur durdurmaz arabadan çıkıp Nazlı’nın kapısını açtım. Arabadan çıkarken bana gülümseyerek bir bakış attı.

“Teşekkürler.”

“Sizin gibi güzel bir hanımefendiye az bile.”

Beraber restoranın girişine doğru ilerlerken birden çok garip bir hissin bedenimde dalgalandığını hissettim. Tamamen yabancı bir histi, bana ait değil gibi. Başlangıçta çok hafifti, ama daha sonra şiddetlenerek belirgin bir hal aldı. Korku gibiydi ama tam olarak değildi. Sonra sert ve tanıdık bir ses duydum. Hem de çok tanıdık bir ses.

“Sen sana verilen büyük şansı geri tepiyorsun. Sonsuz güç avuçlarının arasında… Kaderine kulak ver… Seçeneklerin sınırlı. Ölüm yâda güç. Karar senin…” Sonra bir çığlık duyup başımı hızla çevirdim. Nazlı yerde diz çökmüş bir halde mırıldanıyordu.

“Şimdi olmaz, bu gece olmaz… BENİ RAHAT BIRAKK!!!”

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder